Filistinliler kendi topraklarına bağlılığı ve yaşamayı seçtikleri toprak parçasını “Sumud” kelimesiyle anlatırlar. İntifada Sumud’un aktif biçimidir. “Sumud Siyonizmin kökleri yokedici gücüne karşı bir tür Direniştir”, diyor Emile Habibi; kendisi bir Filistinli komünist ve Hıristiyan Ortodoks yazardır. “O Hayfa’da durdu”, yazar mezar taşının üstünde. Yahudiler onun toplumunu köklerinden sökerken o durdu. Bu Sumud’dur.
Sumud bir milliyetçilik değil. Sol Siyonistler Filistin direnişini sıksık “Yahudi milliyetçiliğine karşı Arap milliyetçiliği” diye nitelerler. Bu nedenle bu Filistin direnişine semboller vererek tatmin etmek isterler: Bir bayrak, milli marş, devlet, BM’de koltuk. Dünya üzerinde özel bir yere tutunma Yahudiler için garip ve delice birşeydir. Bu nedenle Filistinlilere ve diğer karşılaştıklarına kendi fikirlerini kabul ettirmeye uğraşırlar. Ama dünyamız Sumud fikri üzerine kuruludur, bu insanın tabii halidir.
Antik Yunan demokrasisi Sumud’a dayalıydı. Bir Atina vatandaşı başka bir şehir devletine, örneğin Megara’ya rahatça göçemezdi; Megara vatandaşı olamazdı. Orada yaşayabilirdi, ama birçok haklardan yoksun olarak. “Komün daha iyi bir gelecek için doğru büyüklükte bir devlettir, insanlığın idealidir,” yazar Vladimir Lenin “Devlet ve Devrim” adlı kitabında. Burada Karl Marx’ın 1871 Paris Komünü analizlerini kullanmıştır. Tamamen yerel, sınırlı, Sumud temelli kasabalar ve köyler gelecekte insanlığın yırtılmış toplumsal dokusunu onaracaktır.
ABD dışpolitikasının yırtıcı neocon’ları genellikle Yahudidir, ve çoğu Troçkist bir ideolojik temelden gelir. Michael Lind’in New Statesman’da yazdıkları bunlar. O bir açıklama da verir: “Farklı bir Troçkist politik kültür var, o kalıcı etkisini Troçkistliği bırakmışlar, hatta hiç Troçkist olmayıp, bunu anne-baba ya da hocalarından almışlar üzerinde bile gösterir. Dış politikada alışılmadık bir saldırganlık ve “devrim” ihraç etme isteği (önceleri sosyalist, sonraları Sağ’ın liberal merkezine göçen eski Troçkistler arasında “global demokratik devrim” ihracı)”.
Bu ilginç ama derinlikçe yetersiz bir düşünce, çünkü sorunun kökenini Troçkist köklere götürmek yerine biz Troçkistler ve neocon’lar arasında bir ortak kök aramalıyız. Çünkü onların istediği “devrim” ihracı değil, ama globalist bir vizyondur. Bu Yahudi radikaller milli-devleti parçalamak ve yerel gelenekleri silmek istiyorlar, ister kızıl bayrak ister yıldız ve şeritler (ABD bayrağı) altında olsun. Anlaşılıyor ki, bu insanlar bayrakla çok ilgili de değiller, yerel gelenek ve özellikler silindikçe, dünyanın çeşitliliği de kalkacaktır. Muazzam farklara rağmen, onların küreselleşmenin diğer teşvikçileriyle çok ortak yönleri vardır, ister Soros, ister von Hayek, ister Karl Popper olsun. Onların Yahudi kökenleri ve görüşlerinin benzerliği rastlantı değildir. Dünya Yahudi Kongresi Uluslar arası İşler dairesi müdürü, Yad Vaşem heyeti, Bar Ilan Üniversitesi ve Beth Hatefutsoth üyesi Dr. Avi Beker’in “Dağılım ve Küreselleşme: Yahudiler ve Küresel ekonomi” kitabında (Dispersion and Globalization: The Jews and the International Economy) dediği gibi: “Ekonomik tarihin çeşitli dönemlerinin bir incelemesi tekrar ve tekrar Yahudilerin ekonomik gelişimdeki ileri etkisini gösterir, özellikle de daha küresel boyutların geliştirilmesinde. Tarihi bir perspektiften görülüyor ki, Yahudi halkının dağılışı, onların ekonominin bazı kollarına yoğunlaşması, çeşitli ekonomik merkezlere göçü, hatta belki onların milli-dini özellikleri onlara kimi avantajlar verdi ve bunlar tarihin değişik dönemlerinde global bir ekonomi için gerekliydi.
Belki Yahudi tarihçiler metodolojik ve karşılaştırmalı olarak Yahudilerin dağılışı ve dünya ekonomisinde küreselleşme süreci arasındaki bağı incelemekten çekindiler; çünkü Yahudiler Dünya finansını kontrol istismar etmek şeklinde antisemitik suçlamalara uğradılar. Dünya ekonomisinin tek lideri Yahudileri değildi ve antisemitik suçlamaların aksine, en zenginler de değillerdi. Ama onlar değişik tarihi dönemlerde kritik ve yaratıcı bir rol oynadılar.
Yüzyıllarca Diaspora Yahudi varlığı küreselleşmeye dayandı ve bugün , eski devirlerde olduğu gibi, Yahudiler yine küreselleşme fikrini savunuyor ve onun hizmetkarı olarak çalışıyorlar. Ekonomide ve diğer alanlarda, özgün Yahudi tarihi rolü ve evrensel misyonlarına ilişkin içkin tarihi bilinç onları haklı çıkardı.”
Yahudilerin enternasyonalizm ve küreselleşme eğilimlerini açıklamanın birkaç yolu vardır. İyimserler bunu Yahudilerin üstün insancıllığı olarak görür. Saygın bir Yahudi sanat eleştirmeni olan Clement Greenberg’e göre (Soyut Sanat’ın büyük savunucusudur) ” ‘dünya tarihinin’ standartlarında Avrupalı Yahudinin şimdiye dek bilinenden daha üstün bir insan tipini temsil etmesi mümkündür.” Evet mümkündür. Şüphecilerin dediği de mümkündür: Yahudiler çeşitli milletler arasında pek ayrım görmezler; Yahudiler için goy goy’dur ( ; ve onlar bir yere yığılabilirler. Yahudi sloganlarını da hatırlatırlar: “Milliyetler yok olmalıdır! Dinler geçip gitmelidir! Ama İsrail yok olmayacak, çünkü onun halkı Tanrı’nın seçtikleridir.”
Bir Yahudi fıkrası Komünist bir geleceği anlatır: Tüm milliyetler ve dinler kaybolmuş ve artık tek bir soru kalmıştır: “Komünizmden önce Yahudi miydiniz?” Gerçi bu bir Gentile (Yahudi olmayan ç.n.) şüphesini ima ederse de, fıkra Yahudiliğin millet ve inançları gömeceği duygusu alarak da yorumlanabilir.
Kevin McDonald’a göre milletlerin kalkışı pratik anlamda Yahudiler için faydalıdır, çünkü onlar dağınık bireylere karşı takım halinde oynayabilirler. Ama bu uzak geleceği önceden görmeyi de gerektirir. Şurası daha kolay anlaşılır, ki hızlı iletişim (Akış) Yahudiler için iyidir, çünkü onlar çeşitli ülkelerdedir ve kolaylıkla etkileşebilirler. Bu nedenle iyileşen haberleşmeye birçok başkaları gibi Yahudilerin de ilgisi vardır.
Ama iyi haberleşme salt hayır değildir. Eğer haberleşme gerçekten çok iyi ise, ve biri kolaylıkla A’dan B’ye ilişki kurabiliyorsa, kısa sürede iletişimin nedeni ortadan kalkar çünkü artık A ile B birbirine benzer, tabii eğer aynı olmazsa. Öte yandan yolların ve modern iletişimin yokluğu bir ülkeyi usandırıcı turistler ve zalim istilacılardan korur. 19.y.y.da akıllı bir Filistinli beye bir İngiliz gezgin, Arapların neden yol yapmadıklarını sorar. O der ki: “Neden bir yabancıya karımı ziyaret edeceği bir yol yapayım?” Haklıdır: Daha iyi yollar yabancı ordular getirir ve sonunda Siyonistler gelir.
Şimdi çeşitli Yahudi hareketlerinin ortak temeli olan Akış paradigmasını inceleyebiliriz. Akış serbest hareketin en genel biçimidir, ister Popper ve von Hayek’in “açık toplumunun” liberal ekonomik yöntemleri ile olsun, ister Siyonizmin kaba kuvveti, Troçkizmin devrimci yöntemleri, ya da Neocon’ların amerikan askeri müdahaleleriyle olsun. Tüm bu çeşitli hareketler Akış’ı Sumud’a karşı desteklerler.
Bir filosemit (Semitik ırkı seven, ç.n.) “Yahudiler hep özgürlükten yanadır” şeklinde bunu açıklar, ama bir antisemitik “Yahudiler Gentile toplumlarını yoketmeye ahdetmiştir.” İkisi de sonuçlarına göre haklı ya da haksızdır. Mesela, nehir su getirir, üzerinde insanlar ve yükleri taşır, ve sel olduğunda yolu üzerindeki yerleşimleri yokeder. “Nehir hep iyidir,” ya da “Yahudi etkisi hep faydalıdır” demek imkansızdır. Yalnız Tanrı hep faydalıdır, ama temayüller bir yere dek böyledir, iyi dengelenmelidir.
Dünya, iyi ile kötü arasında bir Manişeist savaş alanı olarak değil, ama karşıt güçlerin sonsuz mücadelesinin bir Taoist alanı olarak daha iyi tarif edilir: Ya da Enerji ve Entropi’nin, Çeşitlilik ve Aynılığın, Sumud ve Akış’ın. Her ikisi de gereklidir, ama bunlardan birinin nihai zaferi önlenmelidir, eğer insanlık hayatta kalsın istiyorsak. Çeşitlilik, yani binlerce kavim, kültürel gelenek, diller, inançlar insanın Kayıp Cenneti’dir. Bu petrol üretiminin adeta manevi eşdeğeridir, çünkü Çeşitlilik enerji kaynağıdır. Eğer Çeşitlilik, bu devasa enerji kaynağı boşaltıldığında enerji açığa çıkar ve Aynılık , ya da entropi bunun “bedeli” olarak yükselir. Çok kültürlülük sahte Çeşitliliktir, Aynılık’tan ve ölümden bir önceki duraktır.
Akış Çeşitlilik kaynağını boşaltır. Dengeli bir durumda açığa çıkaran enerji Sanat ve Din yaratır, ama faydacı kullanıma da yöneltilebilir. Mammon, ya da hırsa tapıcılığın bu mabudu Tanrı’yla (Sanat ve İnanç) açığa çıkan enerji için rekabet eder, ya da İncil’in dediği gibi: “Hem Tanrı’ya hem Mammon’a ibadet edemezsin.”
Teolojik tabirlerle, Seçilmiş Halk açığa çıkan enerjiyi Tanrı’ya yönlendirmekle görevliydi, bunu çeşitli olan kavimleri ruhta birleştirerek yapacaklardı. Onlar aslında bunu tam olarak başardılar, İsa’yı dünyaya getirerek. Ama o zamandan beri onlar Çeşitlilik kaynağını boşaltmaya devam ediyorlar. Bir Yahudi halk masalında, bir büyücü çırağı Golem’i, akılsız robotu, çalıştırır ve ondan su getirmesini ister. Ama çırak Golem’i durduracak sihirli kelimeyi bilmemektedir, robot evi su basana dek su taşımaya devam eder. Bir anlamda Yahudiler de bu kontrolden çıkmış Golem’dir, Dünyamızı basıyorlar. Sumud Golem’i durduracak sihirli kelimedir.
Akış özgürlüğe bir yoldur. Ağıla kilitli bir koyun sürüsü düşünün. Onlar özgürlüğe, yemyeşil çayırlara koşmak ister, sıkıntılı çevrelerinden uzağa, hatta belki sürüden ve sert çobandan da kaçmak isterler. Kapıyı açamazlar, ama bir dış destek bulurlar: Kurt. Sonucu La Fontaine iyi bilir de biz bilmeyiz. Koyunlar, eğer Kurt’un planlarını anlarlarsa ve kendi midesine koyunların akışı planları engellenirse, hala kurtulabilirler.
Sınırsız akış herkes için ölümdür. Bunu Türkiye’ye gelecek sefer yapacağınız bir tatil gezisinde anlayabilirsiniz. Arkadaşlarınız plajda yatarken bir arabaya binin ve Anadolu’nun kayalık dağlarına gidin. Burada hızlı dereler ve çavlanlar arasında büyük Bizans şehirleri ve kilise harabeleri bulacaksınız. Buraların yerlisi olan St. Paul onları ziyaret etti ve St. John oralara ateşli mektuplarını gönderdi. Peki onlara ne oldu? Onlar Akış’ın kurbanı oldu. Bin yıl önce Küçük Asya’nın dağları ve vadileri gürbüz bir Bizanslı halkla doluydu. Köylüler ve savaşçılar olarak Anadolulular sahilin gelişmiş şehirlerine hinterland sağlıyordu. Konstantinopol Araplarca kuzeye yaptıkları yıldırım seferinde saldırıya uğradığında Anadolulular istilayı durdurdular ve Arap Müslüman ülkelerle Ortodoks Bizans İmparatorluğu arasına bir sınır çektiler. Anadolulular Farsları ve Bağdat Hilafeti’ni bir hizada tuttular ve imparatorluk barış içindeydi.
Ama sonra Bizans’a neoliberal fikirler sızdı; hani şu Nobel ekonomi ödülü sahibi Milton Friedman’ınki gibilerinden. Onlar ve faiz, ki insanın icadı en eski hastalıklardır, geldiler. Bizanslı neo-liberaller asilzadelere ve yükselen kapitalistlere Anadolu topraklarının özelleştirilmesi gerektiğini anlattılar; dağlardaki iktisaden verimsiz tarım da sona erdirilmeliydi, ve bunun yerine büyük çapta koyun yetiştiriciliği başlatılmalıydı. Zengin ve güçlüler bu öğüdü dinlediler. Topraklara elkoydular, onları çayıra çevirdiler ve iyi kar ettiler. İşsiz ve topraksız köylüler Konstantinopol’e toplandılar, dağlarını ıssız bıraktılar. Neo-liberal fikriyat değerini ispatladı: Boğaziçi kenarındaki Büyük Şehir çok miktarda koyun eti ve bir o kadar da ucuz işgücü elde etti. O sırada Türkmen kabileleri sınırlardan Anadolu’ya baktılar ve güzel bir sürprizle karşılaştılar: Küçük Asya bomboştu; sürülerle koyun ve birkaç koyun çobanı vardı. İçeri girdiler, koyunlardan güzel kebap yaptılar, buldukları çobanları da kendilerine kattılar ve Osmanlı Devleti’ni kurdular. Kısa süre sonra Büyük Şehiri de aldılar, çünkü hinterland’sız bir şehir yaşayamazdı.
Bu Bizans İmparatorluğu’nun sonu oldu. Onu, bizim okul kitaplarında yazdığı gibi, Türkler yıkmadı, Neo-Liberaller yıktı, Türkler sadece insandan boşalmış araziyi aldılar. Aynı son Judeo-Amerikan imparatorluğu için de geliyor, çünkü o da hızla kendi güç temelini yıkıyor. Yine de onun ideologları tarihten bir iki şey öğrendi, ve bir çözüm buldu: Kendi politikalarını tüm dünyaya önermek. Gerçekten de, eğer Türkmen kabileleri de neo-liberalleşmiş olsalardı, hiçbirzaman Anadolu’ya girmezlerdi: Steplerdeki kendi hediyelik eşya dükkanlarında ter dökerlerdi. Eğer Akış’ın insanları kazanırsa tüm İnsanlık kara bir gelecekle karşıkarşıya. İnsanlık Akış’la uzun bir süre gitti. O bize başka türlü elde edemeyeceğimiz çok kişisel özgürlükler verdi. Ama bu bedava yemek değildi. Eski çeşitliliğimizin çoğunu kaybettik. Tamamen bittiğinde de ruhen ölmüş olacağız. Hayatta kalabilmek için Sumud’a dönmeliyiz.
- y.y.ın sağ ve sol düşünürleri, köylü çocuğu Pierre-Joseph Proudhon ve intihar eden parlak Viyanalı şahsiyet Otto Weininger Yahudilerin Akış şartlarında yükseldiklerini gördüler, Sumud ise aşırı Akış’a bir Gentile cevabıydı. Dolayısıyla bugün de Yahudilerin yükselişi insanlık için düşündürücü bir belirti kabul edilebilir. Bu demek değil ki, Yahudiler Akış’ı yaratıyorlar, zira Yahudisiz bir akış da görmekteyiz. Doğu Afrika’da onların yerine Asyalılar, Hindistan’da Bengalliler, İngiltere’de İskoçlar, ABD’de Yankiler, ya da diğer o bölgenin akış insanları geçer. Daha çok, alışılmadık Yahudi zenginliği sosyal bozukluğun bir belirtisi görülmelidir. Yüzeysel antisemitlere göre, eğer Yahudiler yerlerinden atılırsa aşırı Akış problemi çözülecektir. Ama bu genç doktorların klasik yanlışıdır; onlar da hastalığa bakmayıp palyatif (belirtileri önleyici ç.n.) tedavi verirler. Yahudilere ayrımcılık yalnız ahlaken kabul edilmez değil, politik olarak da yanlıştır. Eğer Yahudiler uzaklaştırılırsa, yerlerine ruhen ‘Yahudi’ ama ırken başka kişiler geçer. Bunun yerine toplum bu büyük göstergeye bakarak iyileştirilebilir. Yahudiler banker olarak zenginleştiklerinde, zengin banker kalmayana dek bankacılık sistemi revize edilmelidir. Hollandalı lale yetiştiricilerine de bu yapıldı. Vladimir Lenin bankerlere ortalama işçiler kadar gelir verdi, ve bu işe yaradı: Sovyet Rusya’da bankacılık sistemi Yahudileri cezbetmiyordu.
Yahudiler medyada parladılarsa, medya demokratikleştirilmelidir. Internet bize yeni bir özgür ve herkesçe erişilir forum sunar, böylece görüşlerimizi paylaşabilir ve bilgi toplayabiliriz. Yahudiler reklamcılıkta yoğunlaşırsa bu işkolu kaldırılabilir. Sürekli satınalmaya ve tüketmeye çağırılmadan da yaşayabiliriz. ABD’de Yahudiler avukatların çoğunu oluşturur, öyleyse hukuk sistemi değiştirilmelidir ki, mülti milyon Dolarlık tazminat davaları unutulsun.
Eğer Yahudiler alkol üretimine yoğunlaşırsa, ki bu 19. y.y. Rusyası’nda böyle oldu, bunun da çözümü var. Rus hükümeti imalathaneleri devletleştirdi ve bundan gelir vergisinden de fazla gelir sağladı, bu da alkolle zehirlenme hecmesine son verdi (Yahudi kovuşturmalarından çok daha fazla bu eylem birçok Yahudinin Amerika’ya göçüne yolaçtı).
Eğer Yahudiler sanatta düşlerinin de ötesinde başarılı olurlarsa, bu sanat dünyası hasta demektir ve bunun halline bakılmalıdır. Eğer Yahudiler Amerikan film sanayiinde hakimseler, Hollywood kapatılmalıdır; şüphesiz “Terminatör-3” ve “Büyük Şehirde Seks” filmleri olmadan da yapabiliriz. Son yılların kayda değer en iyi filmleri Yahudi-Amerikan dünyası dışında, İran ve Çin’de yapıldı. Emperyalizm bir Akış tezahürüdür. Modern amerikan emperyalizmi kendi sağ kanat Neo-Conlarınca yürütülür. Ama SSCB’deki sol kanat troçkist fraksiyon da dünya çapında devrim şeklindeki emperyalist politikalarını yürüttü ve Stalin’ce kendi Sumud sloganı “tek ülkede sosyalizm”le durduruldu. İngiliz emperyalizmi sağ-kanat İngiliz başbakanı Disraeli tarafından yürütüldü; o vaftiz edilmiş olmasına rağmen Yahudi gururu ve saldırgan şovenizmini devam ettirdi (Disraeli bir Yahudi devleti kurmak istedi ve siyonizmin asıl banisi Theodor Herzl değil, odur). O İngilizlerin “koloniler anavatanın boynunda dönen değirmen taşlarıdır” sözüne karşı çıktı. Fransız sol kanat politikacı Adolphe Cremieux (Universal Israelite Alliance’ın da kurucusudur – Evrensel İsrail Birliği, ç.n.) Fransız emperyalizminin de büyük bir destekçisiydi. (Cezayirli Yahudilere Fransız vatandaşlığı verdi, ama onların müslüman komşularını kendi ülkelerinde 2. sınıf vatandaş bıraktı. Böylece 1950’nin Cezayir savaşının temellerini attı).
Emperyalizm “anavatanda” yaşayan normal İngiliz ya da Fransızların durumunu düzeltmedi. Onlara birçok savaş, kitlesel göç ve sonunda yıkım getirdi. Eğer harcayacak bir dünyamız olsaydı, ABD’yi emperyalizmini koşturmaya bırakırdık ve sonunda tamamen çökerdi; ama ne yazık ki dünyamız ondan önce yokolurdu. Dolayısıyla Sumud bir anti emperyalist eğilim olup Gladstone ya da Pat Buchanan gibi sağcılar ya da IWW’den (Industrial Workers of the World) Eugene V. Debs gibi solcularca savunulabilir.
Gay Pride Movement (Gay Gurur Hareketi) Akış’a dahildir. Bu anlamda “gay” sözüne itiraz etmiyorum. Sonuçta erkek ve kadınların kendi özel hayatlarıdır. Ama “gurur” özel hayat değildir ve İngilizce Pride bunun tercümesidir. Gururlu Yahudiler, gururlu gayler, Gururlu Amerikalılar kendi gökkuşağı, mavi-beyaz ya da yıldız-şeritli bayraklarını sallarken aynı derecede iticidirler, çünkü onlar Gurur ve Akış’ı sembolize ederler.
Bu Akış’ın bitirilmesi gerektiği anlamına da gelmez. Dünyanın biraz Akış’a ihtiyacı vardır, çünkü onsuz evrensel fikirlere sahip olamaz, Internet’te birçok bilgiyi değiştokuş edemezdik. Ama buradaki gurur kırılmalıdır, yerine daha çok dikkat geçmelidir, çünkü akış biriken Çeşitlilik enerjisini, bu ortak mirasımızı bitirir. Benzer şekilde, yeşil bahçeli ve yüzme havuzlu Yahudi yerleşimleri de yeraltının yenilenmeyen su kaynaklarını tüketerek çoğalırlar, ve Filistin köylerini kupkuru ve susuz bırakırlar.
Akış ve Sumud yaklaşımı ırkçı değildir; “Kan ve Toprak” sloganının karşısındadır. Toprak ilk ve sondur, çünkü Kan tekbaşına yetmez. 1993’ten sonra birçok Filistinli mülteci Filistin’e geri döndü. Bu iyi bir gelişme, umarım daha çoklarının da dönmesine izin verilir. Geri dönenler harika insanlar, iyi niyetlerle dolular. Onlar kan olarak Filistinli. Ama uzun süre başka yerlerde yaşamışlar ve toprakla teması kaybetmişler. Onlar da Akış insanları olmuşlar, ve daha iyi bir dünyada yerli köylülerden yeniden yerli olmasını öğrenmeliler. Ama gerçek dünyada Akış insanları yerlilere kendi başarı örneklerini öğretirler. Filistin’in yerli köylü ve kasabalıları genellikle geri dönenlerin çoğalmasından hoşnutsuzluklarını bildirirler. Geri dönenler onların yakın akrabalarıdır, amcaoğullarıdır, ama Ramallah ve Gazze’de güç çoğu zaman yerlilerin aleyhine eşitsiz dağılmıştır.
Oysa, bu bir güç sorunu değil: İyi dostum ve bir Filistin asıllı Amerikalı olan Sam geri döndüğünde Ramallah’ta bir mağaza açtı, halbuki mağaza yerli Filistinli çocukları topraklarından koparacak. Ramallah’ın etrafındaki yeşil tepeler oyun için tehlikeli yerlerdir, çünkü pusudaki İsrailli keskin nişancılar çocuk-büyük demeden ateş ederler, dolayısıyla Ramallah’ın çocukları mağazanın koridorlarında oynar. Yarın onlar bu tepeleri önemsemeyecekler; insan yapısı çevreyi tercih edecekler. Böylece İsrail ordusunun Siyonist Akışı ve amerikan Mağazasının kapitalist akışı Filistin Sumud’una karşı “işbirliği” ettiler. Sam’ın iyi niyetli girişimleri pek de harika olmayan sonuçlar verdi.
Onlar, geri dönenler ne yapabilir, ya da dünyanın herhangi bir yerindeki göçmen ne yapabilir? Onlar –yani biz- birkez savaşın fırtınası, açlık çaresizliği, merak ya da şans tarafından köklerinden söküldükten sonra Akış’ı desteklemeye mahkumlar mı? Hayır.
İngiliz Hindistanı’nda İngiliz güçlerinden uzakta görevli bir Raj memuru, her yıl efendilerine bir rapor gönderiyordu. Bazı kereler raporunu sonuna dek okuyorlar ve şu notu düşüyorlardı: “Thompson ümitsiz vaka. O artık yerlileşti.” Yani yerli bir kadınla evlenmişti, yerli kıyafeti giyiyordu, yerlilerle vakit geçiriyordu ve Beyaz Adam’ın Görevi ( ) ile pek ilgilenmiyordu. O imparatorluğun kaybıydı, yani Akış’ın, çünkü sınırın ötesine geçmiş Sumud’a katılmıştı.
Ernest Fenollosa, ABD Salem’den bir Sefarad (Doğulu Yahudi, ç.n.) kökenli Amerikan şarkiyatçısı idi, Meiji döneminde Japonya’ya gitti ve yerlilere karıştı. Dillerini öğrendi, Japon kültürüne aşık oldu ve geleneksel Japon tiyatrosu No’yu –Japon Sumud’unun timsalini- yokolmaktan kurtardı. Onun eseri başka bir Sumud insanına, Ezra Pound’a ilham kaynağı oldu.
Bizim içinde yol bu: Yerli olacağız, Akış’ı terkedip yeni Sumud’a katılmak için ülkenin adet ve geleneklerini öğreneceğiz, kurallarını takip edeceğiz, insanlarını seveceğiz, kiliselerine gireceğiz, onların rehberliğini kabul edeceğiz, dillerini konuşacağız, Akış’ın Gururunu terkedip Sumud fikrini seveceğiz. Bunları kendi cemaat kilisemde, küçük kara bir kızın arkasında otururken düşünüyorum.