Türkiye’de bombalar patlamaya başladı, terörist bombalamalar ve saldırılar düzenleniyor. Neredeyse her gün Türk askerleri ve siviller öldürülüyor. Cinayetler, zahirde Kürt teröristler PKK tarafından işleniyor ama aslında İsrail’in Türk bağımsızlığına karşı yeni bir adımıdır bu. İsrail’in yüreklendirdiği PKK, terörist faaliyetlerini İzmir’e taşıdı, Ege ve Karadeniz sahillerine kadar genişletti.
İsrail, Kürt teröristleri yıllardır eğitiyor, silahlandırıp teçhizatlandırıyor; İsrailliler, Irak Kürdistanı’nı kendi toprakları haline getirdiler; İsrailli işadamları Kerkük petrolünün İngiliz hâkimiyeti döneminde olduğu gibi Hayfa’ya akması için beklerken kendi işlerini çeviriyorlar. Kürtler, yıllardır İsrail’in gizli saklı bir aletiydi; şimdi faaliyete geçmiş olmaları, İsrail’in Türklere bir ders vermek istediğini gösterir.
ABD’de önde gelen neocon dergisi “frontpagemag”, Türkiye’nin Filistine verdiği desteğe misilleme olarak Kürtlere destek verilmesi için açıkça çağrıda bulundu. Bir başka Yahudi düşünce kuruluşu, Türkiye’ye zarar vermek amacıyla yüzyıllık Ermeni trajedisini kınamak için ABD Kongresini seferber etmekten bahsetti. Yahudi lobisi, yıllarca Türkiye’nin tarafını tuttuktan sonra taraf değiştirmeye ve Ermeni iddialarını desteklemeye karar verdi. Bu yüzden de Türkiye her yönden saldırı altında. Popüler İsrail sloganında denildiği gibi “kuvvet işe yaramıyorsa, daha fazla kuvvet kullanılması” beklenebilir.
31 Mayıs 2010 tarihindeki Filo katliamını da izah eder bu. Mavi Marmara saldırısı, gitgide bağımsızlaşan Türklere kısa ve ani bir şok olması amacıyla düzenlenmişti. İsrailliler, Türkleri korku ve dehşete sevkederek itaat ettirmeyi amaçladı; Mavi Marmara’da kan banyosu emrini vermeleri bu yüzdendi. Artık bildiğimiz üzere, İsrailli komanadolar direnişle karşılaşmadan evvel ateş etmeye başlamışlardı. Beyzbol için değil boyun eğdirmek için oradaydılar. Cinayet, bir sürpriz veya yanlış hesabın sonucunda işlenmedi. Türkiye’ye karşı açık bir saldırıydı.
İsrail’in Türkiye’yle çatışması, câni bir baskının talihsiz sonucu değildir. İkisi arasındaki cepheleşme, katliamdan iki hafta önce 17 Mayıs 2010’da artmıştı. Türkiye, Brezilya ile birlikte, etrafı sarılı İran’la nükleer yakıt takas anlaşmasını imzalamış, Tahran Bildirgesi yayınlanmıştı. Bu bildirge, ABD-İsrail’in İran’ı bombalamazdan evvel İran’a ölümüne müeyyide uygulama planlarını raydan çıkarabilecektir.
İsrail, İran’ın mahvoluşunu görmek istiyor; Irak’ın yıkılışını istediği kadar Gazze’nin açlıktan kırılmasını ve geri kalanların da gözlerini korkutmayı istedi. Nükleer takas anlaşması, müeyyidelerin altında yatan mantığı baltaladı. İsrail lobicilerinin ABD ve Avrupa’daki tüm fesat planları bir anda silindi. Hakikat, müslümanların dediği gibi: “Onlar tuzak kurarlar ama Allah daha iyi tuzak kurar.”
İsrail, Türkiye-Brezilya-İran anlaşması haberlerini büyük bir darbe olarak kabul etti. İsrail’de yayınlanan gazeteler “kurnaz Türkler ve İranlılar bizi mağlup etti” diye manşetler attılar. O kadar da çabuk değil. ABD Dışişleri Bakanlığı “bu ayaktakımının neyde mutâbık kaldıklarını umursayan da kim? Birisini bombalamaya karar vermişsek, bombalayacağız. Gerçeklerin kafamızı karıştırmasına müsaade etmeyeceğiz” diyerek hasarı asgariye indirdi. New York Times’dan Thomas Friedman “Holokost inkarcısı bir hayduta” hayat hakkı tanınmasından duyduğu hayal kırıklığını ifade ediyordu.
Takas anlaşmasını pişkinlikle göz ardı eden BM Güvenlik Konseyi 9 Haziran’da müeyyideleri onayladı. Müeyyide kararını desteklemeleri için Moskova ve Pekin’e rüşvet verildi ya da şantaj yapıldı. Pekin, Kuzey Kore üzerinde bir karşılaşmadan sakınmak için top oynamayı tercih etti. Batırılan Güney Kore gemisi hikâyesi, Kuzey Kore’ye saldırı bahanesi yarattı ve böylesi bir saldırı, Çin’e zarar vermekle neticelenebilecekti. Çinliler, batılıların Sincan ve Tibet’e karışmalarından dolayı da savunmasız.
Ruslar ise kıymetli hediyeler aldılar: Ukrayna, Rusya’nın kollarına geri döndü; Gürcistan marjinalleştirildi; yeni nükleer anlaşma, Rusların bekleyeceği başka herşeyden çok daha iyiydi. Aynı zamanda, Moskova, Ruslara düşmanlarının bela tohumları ekme kabiliyetlerini hatırlatan bir terörist saldırının acısını çekmişti. Ancak Türkiye, müeyyidelere karşı oy kullandı, Ortadoğu için güvenilir bir mihver olarak yeni bölgesel rolünü ispatladı.
Türkiye ve İsrail arasındaki çatışma, İran’la yapılan nükleer takas anlaşmasıyla başlamadı: Ocak 2010’da, İsrail dışişleri bakan yardımcısı Dani Ayalon, Türk büyükelçisini davet etti ve kameralar önünde aşağıladı. Şark usûlüne göre, Büyükelçi Çelikkol’a Ayalon’un koltuğundan daha alçakta duran bir koltuk gösterildi. Ayalon, büyükelçiyle tokalaşmadı ve kameralar çekim yaparken yanında hazır bulunan gazetecilere ibrânice konuşarak şöyle dedi: “Daha alçakta duran bir koltuğa oturduğunu ve masada yalnızca İsrail bayrağının olduğunu göstermek istiyoruz.”
Yahut da bir yıl önce Ocak 2009 tarihinde, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Davos’ta yapılan Dünya Ekonomi Forumu’ndan kalkıp gittiğinde başladı. Erdoğan, Gazze’deki kitlesel katliamı haklı gören Şimon Peres’e cevap verirken batılı moderatörün sözünü kesme teşebbüsü üzerine canı sıkılmıştı.
Veyahut da 2007 Eylül’ünde, İsrail uçakları Türkiye üzerinden uçup “müsaadenizle” bile demeksizin Suriye’yi bombaladığında başladı.
Hatta daha önce bile olabilir, Türkiye, asırlık, (…) Kemalizm ideolojisini bertaraf ederek bağımsızlığını ileri sürdüğünde başlamıştı. Mustafa Kemal Atatürk’ün laik ulusçuluğu, Osmanlı için bir tuzak olmuştu. (…) Kemalist Türkiye, zorunlu olarak NATO üyesi, Arapların, İranlıların düşmanı, Amerika’nın uysal uydusu, İsrail’in sâdık müttefiki ve Kürtlerin ezeni oldu.
Türkiye reformdan geçsin diye elinden geleni yapan Avrupalılara artık teşekkür etme vakti geldi. Türkiye’yle nihayeti olmayan müzakereler yürüten Avrupa, ordunun iktidar üzerindeki demir bileğini çekmesini talep etti. Avrupa’nın bu nazik teşviki olmasaydı, Türkiye halen…tarafından yönetiliyor olurdu.
Geçen Noel’de Türkiye’yi ziyaret etmiş ve Gazze için yola çıkmaya hazırlanan eylemcilerle görüşmüştüm. Türkiye iyi iş çıkarıyor: Ekonomik kriz yok, ekonomik büyüme istikrarlı bir şekilde devam ediyor, Kürtlerle barış yapıyor, Ermenilerle barış yapmak için cesur atılımlar gerçekleştiriyor ve din ile özgürlük arasında mükemmel bir denge var. Dileyen hârika bir şekilde restore edilmiş Osmanlı câmisinde ibadetini yapabilir; dileyen bir kafeye giderek nefis Türk şarabını içebilir. Kızlar ne başörtülerini çıkarmaya zorlanıyorlar ne de kollarını örtmeye.
ABD Savunma Bakanı Robert Gates, “Türkiye’yi kaybettik” dedi ve Türkiye’yi kabul etmeyi reddeden Avrupa Birliğini suçladı. Fakat bu ret için Avrupalılara teşekkür etmeliyiz. Türkiye’nin AB’de olmasını istemiyoruz; Türkiye’ye kendimiz için, bölge için ihtiyaç duyuyoruz.
Avrupa Birliği’nin bölgesel emsali bir Ortadoğu Birliği kurmak gibi büyük bir plan var. bu yeni oluşumun başında olmak, Türkiye için doğru yerdir. Avrupa Birliği’nin bir yere kadar Şarlman İmparatorluğu’nun restorasyonu olması gibi, bir bakıma, Osmanlı İmparatorluğunun restorasyonu olacaktır bu. Fark şu ki Avrupa asırlarca parçalı bir haldeyken, bizim bölgemiz 1917’e kadar birleşikti. Tam siyasi birlik, uzun vadeli bir bakış açısı içerisinde söz konusu olsa bile, bu amaç doğrultusunda iyi bir başlangıçtır.
Türkiye ve Arap komşuları arasında serbest ticaret anlaşmaları hâlihazırda var; mânevi boyut hazır zira İstanbul, Hilâfetin son pâyitahtıydı. Türkiye, şimdi de Siyonist aşırılıklar dâhil bölgesel sorunlarla ilgilenecek bölgesel bir Uluslararası Mahkeme kurabilir. Avrupa halen Siyonist kontrolün kıskacında ve Uluslararası Adalet Divânı ve Hague’daki Uluslararası Ceza Mahkemesi Siyonist suçluları yargılamak için uygun yerler değildir. Dahası, bulundukları coğrafi mekan, geçmişin Avrupa merkezci dünyasını anımsatmaktadır. Bölgesel bir mahkeme, işgal altındaki Irak’ta ve diğer Ortadoğu ülkelerindeki savaş suçlularının hesabını inandırıcı bir şekilde görebilir. Richard Falk ve hâkim Goldstone gibi büyük hukukçular hâkim kürsüsüne davet edilebilir.
(Doğu’da) Uluslararası Mahkeme’nin kurulması, bölgenin kolonizasyondan kurtuluşu ve istikbalde Ortadoğu Birliği olarak birleşmesi yönünde atılmış ciddi ve gerçekçi bir adımdır.
Kaynak:ZNet
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı